İnsanlar, birbirinden kaçmaya
başladı. Sanal alemle yetinen varlıklar oluverdik. Gerçek dünyadan bir bir
uzaklaşan bir yapı kazanmaya başladık. Facebook, tweeter, instagram, whatsapp
gerçek alemimizmiş gibi yaşamaya başladık.
Bir
taraftan dünyanın gerçekleriyle tanışık olmak gibi olumlu tarafları olup diğer
taraftan da dünyanın gerçeklerinden insanı uzaklaştıran yapıya sahip olması iki
yönlü bir durumla karşı karşıya kalmamızı sağlamaktadır.
İnternetin
etkisiyle sanal alemde çok fazla dolanan varlıkların çok sayıda sosyal
hastalığa maruz kaldığı doğrudur. Bu hastalıkların her biri adeta bir tez
konusu gibidir. Yeterince araştırılmamış konulardan olduğunu kabul etmemiz
gereken bu durumun sadece bir örneğini “yaşarken kıymet bilmeme hastalığı”
oluşturmaktadır. Öyle ki, artık herkes başsağlığını, üzüntüsünü, sevincini,
yakınmasını hep sosyal medya aracılığıyla dile getirir bir hal almaya
başlamıştır. Çoğunlukla, insanlar, gidip cenaze namazından sonra ölü sahibinin
elini bizzat sıkmayı düşünmüyor. Telefon etmeyi de düşünmüyor. Mesajlaşmayı
yeterli görüyor.
Çok
önemli bir yozlaşma ve dönüşümün göstergesi olarak takdim edilebilecek olan bu
durumun toplumsal hücrelerde onulmaz yaralar açtığı muhakkaktır. İnsanların
bizzat ziyaret edilip de ahvalinin net anlaşılması gerekir çünkü acıyı kaldırabilecek
güce sahip olup olmadığı uzaktan anlaşılamayacaktır. Ancak ve ancak
bizzat görüşmeyle ve etkilenilecek fiziksel yakınlaşmayla bu farkındalık söz
konusu olabilir.
Hem sanal alemde
hem de gerçek dünyada ortak olan bir kültürel doku varsa o da, bizim
insanımızın ölmeden önce kıymetinin bilinmiyor olmasıdır. Oysa, insanın yaşayan hali
insana daha çok lazımdır. İnsanları ne kadar sevseniz de, ondan ne kadar
vazgeçemediğinizi düşünseniz de, ölüp gittiğinde bunların hiç bir önemi
kalmıyor. Onu bir daha hiç bir kuvvet geri döndüremiyor. Bu olgunun bile
daha çok ölümden sonra farkına varan bir toplumsal yapının ürünleri olduğumuz
açıktır.
Özellikle
kendisinin birinci dereceden yakınını kaybetmemiş insanların, kaybetmiş
olanların ahvalini anlayabildiklerini söyleyemeyiz. İnsanlar ancak birbirine akıl
verip nasihat etmekle avunmaktadır. İki gözyaşı ve bir sarılmadan sonra en
yakınlar bile hemen unutuvermektedir. Dünyanın yaşanır olması buna bağlı
olduğundan mıdır nedir bilmiyorum. Ama bu böyle işte.
Aslında, insanlara
hürmet de, hizmet de, iyi tutma da, ilgilenmek de yaşarken gerekli olmaktadır. Yaşayan insanımızın kıymetini
bilmediğimizin çeşitli örneklerini verebiliriz: Yaşayan alimin kıymetini
bilmiyoruz; ölüsünden medet umuyoruz. İncitiyoruz yaşarken. Yaşayan kardeşin
kıymetini bilmiyoruz, ölünce gözyaşı döküyoruz, yaşayan ana-babanın kıymetini
bilmiyoruz, onları uzaklara atıyoruz, huzurevlerine terk ediyoruz. Borç içinde
yaşatıyoruz. Bıkmıyoruz, kefen parası diye yapmış oldukları birikimlerine el
koyuyoruz. Yetmiyor, birinden biri ölsün de maaşına varsa evine konalım diye
hesaplar yapıyoruz.
Bunları
yapan biz miyiz? Kim? O yaşlılar ki her biri hayatını çocukları ve torunları
için heder etmiş ve her zorluğa katlanmış ulu çınar. O insanlar ki dillerinde
hiç tekbir düşmeyen, Allah kelamı düşmeyen varlıklar.
Belki
de bizler bu vatanda rahat ekmek yiyebilen varlıklarsak, bunda o ağzı dualı
insanların payı çok büyük olmaktadır. Kimseyi düşünmüyorsak, kendi geleceğimiz
için insanların yaşarken kıymetini bilelim ki, bizim de kapımızı çalan ve
evimize gelen birileri olsun.
Acı ama
gerçek.
Saygılarımla